Wednesday, October 24, 2007
TÜRKLERDE AĞAÇLA İLGİLİ İNANIŞLAR VE BUNLARA BAĞLI KÜLTLER - Dr. Ramazan Işık
Dr. Ramazan IŞIK
Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi
Email: risik@firat.edu.tr
Özet: Biz, bu çalışmamızda en eski devirlerden itibaren Türkler arasında var olduğu
tespit edilen kutsal ağaç ve ağaç kültü ile ilgili inanış ve uygulamaları incelemeye çalı-
şacağız. Erken dönemlerden itibaren, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar Türkler arasın-
da var olduğu görülen kutsal ağaç inanışı ile ilgili pratikler benzerlikler göstermekte-
dir. Ayrıca, kutsal ağaç inanışının görüldüğü her yerde ağaç-evliya ilişkisine de rastla-
nılmaktadır. Günümüzde Anadolu’da kutsal kabul edilen bu tür ağaçların yanında ev-
liya mezarlarının veya türbelerinin bulunması bu inanışın bir sonucudur. Bu anlamda,
günümüzde türbelerin ve tekkelerin yanlarında bulunan ulu ağaçların kutsal kabul edi-
lerek çaput bağlanması fenomeninin eski Türklerdeki ağaç kültü ve buna bağlı inanış-
ların bakiyesinden başka bir şey değildir.
GİRİŞ
Dinler ve buna bağlı inanışlar, ilk devirlerden beri toplumların yaşayış
biçimlerini çok derinden etkilemiş olmasının yanı sıra, onların belirli bir
kimlik kazanmasında da önemli rol oynamıştır. Bunun bir sonucu olarak
milletlerin, toplumların din ve inanışları araştırmacıların sürekli ilgi odağı
olmuştur. Bu anlamda birçok araştırmacı, geleneksel Türk dini ve inanışları
ile ilgili inceleme ve araştırmalarda bulunmuş, onların yaşamlarına tesir eden
bu din ve inanışları açıklamaya ve yorumlamaya çalışmışlardır. Nitekim
geleneksel eski Türk inanç sistemi incelendiğinde, bu inanış ve uygulamala-
rın bir kısmının aynen bir kısmının da değişerek günlük hayattaki etkinliğini
devam ettirdiğini görmek mümkündür. Günümüzde Türk dünyasının büyük
bir çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, geleneksel eski Türk dini ve
buna bağlı inanışları İslamiyet’le birlikte canlı bir şekilde yaşattıklarını gör-
mekteyiz.
En eski devirlerden günümüze kadar Türk toplulukları arasında görü-
len yaygın inanışlardan birisi de ağacın ya da belli ağaç türlerinin kutsal
kabul edilmesidir. Bu anlamda, ağaç kültünün Türk sosyal hayatında önemli
bir yere sahip olduğu söylenebilir. Muhtemelen, mevsimden mevsime ken-
dini yenilemesi ve daha birçok özelliğinden dolayı olsa gerek ağaç, Türk
toplulukları arasında hayatın ve sonsuzluğun timsali olarak görülmüştür.
Başka bir ifadeyle, Türk insanı ağacın oluşumu ile kendi hayatının tabii seyri
arasında bir benzerlik olduğunu keşfetmiş ve yaşadığı her coğrafyada kutlu
mekânlarla ağaçlar arasında münasebet kurmuştur. Bu inanışın bir sonucu
olarak, en eski devirlerden günümüze kadar Türk toplulukları arasında ma-
betlerin çevrelerine ve mezarların yanlarına ağaç dikmenin kutsal bir görev
olduğuna inanılmıştır. Ancak ağacın bizzat maddi varlığının değil, sahip
olduğu bir takım özellikler ve temsil ettiği gücün bir sonucu olarak kutsal
kabul edildiğini söyleyebiliriz. Orta Asya’dan Anadolu’ya farklı Türk toplu-
lukları arasında görülen kutsal ağaç ile ilgili inanışlar ve bunlara bağlı kültler
benzerlikler arz etmektedir. Bu anlamda, Türk toplulukları arasında belli
ağaçların her yerde kutsal kabul edildiğini söylemek mümkündür.
Biz bu makalede, en eski devirlerden günümüze Türk toplulukları ara-
sında var olduğu tespit edilen ağaç kültü ve buna bağlı olarak ortaya çıkan
inanışları incelemeye çalışacağız.
1. TÜRK DESTANLARINDA KOZMOGONİ VE AĞAÇ KÜLTÜ
Türk destanları, İslam öncesi Türklerin kozmogoni anlayışlarını, ina-
nışlarını, tarihlerini, edebiyatını ve hatta yasalarını içinde toplayan bir mahi-
yet arz etmektedir. Ancak, Türkler yaşadıkları coğrafya gereği birçok din ve
kültürlerle karşılaşmışlardır. Bunun sonucu olarak, Türk boyları arasında
nesilden nesile asırlarca söylenmiş olan bu destanlara birçok yerli ve yabancı
unsurlar girmiştir. Bilindiği gibi, kozmogoni bütün dünya ve âlemin mey-
dana gelişi hakkındaki nazariye ve görüşlerdir. Dolayısıyla, Türk destanla-
rından dış tesirler ayıklandığında, Türk boylarının yüksek bir kozmogoni
anlayışlarının mevcut olduğu görülmektedir. Göktürk Yazıtları’ndaki ‘üstte mavi gök, altta yağız yer kılındığı zaman, ikisinin arasında insanoğlu yaratıldı’ cümlesi ile bundan çok daha sonraları gelişen Manas destanındaki “yer yer olduğunda, su su olduğunda” mısralarında hem Türk kozmogonisinin hem de dünyanın ve kâinatın algılanmasında aynı inanış biçiminin izlerini görmek mümkündür. Göktürk Yazıtlarına göre, başlangıçta iki önemli şey yaratılmıştır: ‘Yukarıda gök, aşağıda yer’, ikisi arasında insanoğlu ve insanoğlunun üzerinde de iki büyük Türk kağanı Bumin Kağan ile İstemi Kağan. Bu dört şeyin, varlıklar âleminde en
önemli dört unsuru teşkil ettiği kabul edilmesinin yanı sıra, bu dört varlığın,
micro kosmosun temelini teşkil ettiğine inanılmaktadır. Bu inanış biçimine
göre, göğü ve yeri yaratan bir halik vardır. Başka bir ifadeyle gök, Tanrı
olarak kabul edilmez. Aynı şekilde, insanı da Tanrı yaratmıştır. Burada mak-
ro kozmoz ve mikro kozmoz üzerinde durulması gerekir. Makro kozmoz
kâinat, evrendir. Mikro kozmoz ise insanlar, hayvanlar ve bitkilerdir. Bu
anlamda, eski Türklerin kozmogoni anlayışı; kâinatın bütün tezahürlerini
gök ve ‘yir-sub’un (yer-su: yeryüzü) temsil ettiği, birbirine zıt fakat birbirini
tamamlayan iki alemşümul ‘nefes’den müteşekkil bir sistem olarak değer-
lendirilebilir. Oğuz destanına göre; Oğuzlar yerin ve göğün bütün kuvvetlerini ve
unsurlarını kendilerinde toplayarak meydana gelmişlerdi. Bu anlamda Türk
milletini meydana getiren unsurlar, yer ve göğün (makro-kozmoz) hem kut-
sal hem de maddi varlıkları idiler. Bu düşüncenin bir ürünü olsa gerek;
Oğuz destanında, Oğuz Kağanın birinci karısı gökten inmişken, ikinci karısı
ise bir ağaç kovuğundan, yani; yerin sonsuzluklarından gelmişti. Böylece
Oğuzlar, soylarını yerin ve göğün kutsallıklarından almış oluyorlardı. Yine
Oğuz Kağan destanında; Oğuz Kağan bir gün avlanırken, bir suya ve suyun
ortasında da bir adaya ulaşır. Bu adada bir ağaç kovuğunda ikinci karısına
rastlar. Diğerinde olduğu gibi, bu kızın ne nurları ne de ışıkları vardır. Çünkü
bu kızı, ona yer-su iyeleri göndermiştir. Ancak kızın özelliklerinden biri,
gözlerinin gök oluşudur. Çünkü gök rengi, Tanrının bir sembolüdür. Böylece
Oğuz ve Türk Milletinin varlığı, kainatın yapısına uygun hale getirilmiş olu-
yordu. Nitekim Oğuz Kağanın annesi, nehir ortasında bulunan bir ağaç ko-
vuğunda doğurmuş ve yine Uygurların menşe efsanesinde de Uygurların
atası olan beş prens iki nehir kavşağında bulunan bir adacıktaki kayın ağa-
cından doğmuşlardı. Eski Türk inanç sisteminde gök birinci derecede öneme sahipti. Nite-
kim, Oğuz Kağan destanında; Oğuz doğduğu zaman yüzünün rengi, göğe
‘önglügi çırağı kök erdi’ (benzi gök renkte idi) benzetilmiştir. Nitekim
Uygurca Oğuz destanında, Oğuz Kağanın ağaç kovuğundan çıkan ikinci
karısının gözleri de göğe, ‘közü kökten kökrek’ (gözleri gökten daha gök idi)
benzetilmiştir. Türk efsanelerinde iki ırmak kavşağında bulunan ağaçların kutsal ol-
duğu ve bu ırmakların da kaynağını cennetten aldıkları düşüncesi yaygın-
dır. Bu inanışın bir sonucu olarak, Uygurların türediği tek ağaç da yine iki
nehrin meydana getirdiği küçük bir adada bulunmaktaydı. Bu aynı zaman-
da eski Türk inanç sisteminde kutsal ağaç motifinin önemli bir unsuru teşkil
ettiğini göstermektedir. Nitekim, Dede Korkut’da da Basat’ın ulu bir ağaçtan
türemiş olduğu görülmektedir. Bu sebeple, eski Türklerde ağacın dış kısım-
ları kadar kökü de büyük bir öneme haizdi. Türk toplulukları arasında dünya ağacı ve merkez dağ sembolizmleri genellikle birbirini tamamlamaktadırlar. Bu bağlamda, kozmik olarak dünya ağacı yerin merkezinden yükselmekte ve kozmik bölgeleri birbirine bağla-
maktadır. Çünkü onun köklerinin yerin derinliklerine kadar uzandığına
inanılmaktadır. Moğollar ve Buryatlar’a göre, Tanrılar bu ağacın meyvesiyle
beslenmektedir. Altay Türkleri ise çocukların ruhlarının doğmadan önce,
küçük kuşlar olarak kozmik ağacın dallarında dinlendiğine inanmaktadırlar.
Bu inanışın bir sonucu olarak, Şamanın davulunun dünya ağacından yapıl-
mış olduğu kabul edilir. Bir Altay Efsanesine göre de yerin göbeğinde, her şeyin merkezinde
yeryüzünün bütün ağaçlarının en yükseği olan ve Tanrının ikametgahına
dokunan kocaman bir çam büyümektedir. Bazen bu dünya ağacını, Şamanla-
rın davullarının üzerinde de görmek mümkündür. Yine Abakan Tatarlarına
göre, dünyanın ortasında demir bir dağ vardır ve bu dağın üzerinde de yedi
dallı beyaz bir kayın ağacı dikilidir. Tatarlar bu kutsal kayından şöyle bah-
sederler: ‘Altın yapraklı kutsal kayın! Sekiz gölgeli kutsal kayın! Dokuz
köklü, altın yapraklı, Bay-kayın!...’. Yakut Türklerinin inanışına göre, Tan-
rı gökte ilk Şamanı yarattığı zaman, onun evinin kapısının önüne bir de sekiz
dallı bir ağaç dikmişti. Yine inanışa göre, gökteki Şaman ebedi olarak yaşa-
dığı için, onun ağacı da solmadan ve çürümeden ebediyen yaşarmış. Bu se-
beple, bu kutsal gök ağacına ‘yıkılmayan, çökmeyen’ ağaç anlamına gelen
Tuspet Turuu denmektedir. Ölümlü Şamanların yerdeki ağaçları ise yalnızca
Turuu adı ile bilinmektedirler. İnanışa göre, gökteki bu ebedi ağaç, zaman-
la büyümüş, her tarafa dal budak sararak Tanrının çocuklarının hepsi de bu
ağacın dallarına saklanıp onun himayesine girmişlerdir. İnsanların ruhları da
bu ağacın dalları arasında uçuşmaktadır. Bir insan doğduğu zaman, bu ağa-
cın dalları arasından bir ruhun gelip, ona can verdiğine inanılmaktadır.Yine Yakutlara göre, Tanrı insanları kötülüklerden korumak için yeryüzüne
üç Şaman göndermiş ve kötülüklerden insanları nasıl koruyacaklarını Tanrı
onlara, hep bu ağaçların altında tembih etmişti. Görüldüğü üzere, dünya ağacı sembolizmi ile gök ve yer arasında merdiven veya köprü kurmak mümkündü. Çünkü bunlar bir dünya merkezinde yükselmekte idi. Bu anlamda, dünya ağacı sembolizminde birçok dini fikir
de bulunmaktadır. Bir taraftan o sürekli olarak yenilenmekte olan evreni,
kozmik hayatın tükenmez kaynağını, kutsalın mükemmel olarak hazinesini
temsil ederken, diğer yandan da gök veya gezegenlere ait gökleri temsil eder.
Gezegenlere ait gök sembolü olarak, pek çok geleneklerde bulunan dünya
ağacı (kozmik ağaç) sembolü dünyanın kutsallığını, bereketliliğini ve sürek-
liliğini vurgulayarak yaratma fikri ile olduğu kadar, nihai olarak da mutlak
gerçeklik ve mutlak ölümsüzlük düşüncesiyle ilişkide bulunur. Böylece dün-
ya ağacı, hayat ağacı ya da ölümsüzlük ağacı olur. Bu inanışın bir sonucu
olarak, sayısız efsanevi çiftlerle ve tamamlayıcı sembollerle zenginleştirilmiş
olan kozmik ağaç, bizzat menşein ve kaidelerin hakimi olarak görülmekte-
dir. Kainatın bu şekilde algılanmasının neticesidir ki, Şamanik ağacın ev-
renin ortasında yükseldiğine ve zirvesinde yüce Tanrının veya güneş haline
gelmiş Tanrının bulunduğu ‘Dünya Ağacı’nın bir yansımasından ibaret ol-
duğuna inanılır. Gök, yer, cennet ve cehennemler arasındaki iletişim, ancak
kozmik bir ağaçla mümkün olabilmektedir. Başka bir ifadeyle ayinsel ağaç,
kozmik ağaçla özdeşleştirilmiştir. Dolayısıyla, Şamanın bir ağaca tırmanma-
sı, onun göğe çıkışını simgelemektedir. Nitekim, Şamanın böyle bir ağaca
tırmanması esnasında, ağacın üzerine 7 veya 9 kertik açılmakta ve Şaman
bunlara basarak tırmanırken, hareketiyle tutarlı olmak üzere göğe çıktığını
ilan etmekte ve törene katılanlara kat ettiği gök katlarının her birinde gör-
düklerinin hepsini anlatmaktadır. Altıncı gök katında aya, yedinci katta gü-
neşe saygı sunmaktadır. Son olarak da dokuzuncu katta Tanrının karşısında
yerlere kadar kapanmakta ve ona kurban edilen atın ruhunu sunmaktadır.
Burada Şamanik ağacın 7 veya 9 kertiği, kozmik ağacın 7 veya 9 dalı; göğün
7 veya 9 katını simgelemektedir. Şaman, mistik bağlantılar aracılığıyla ken-
dini bu dünya ağacı ile dayanışma içinde hisseder. Kabul ayinlerine yönelik
rüyalarında, geleceğin Şamanı kozmik ağaca yaklaşmakta ve bizzat Tanrının
elinden bu ağacın üç dalını almaktadır ki bu dallar, onun davulunun derisini
gereceği çemberlerden başka bir şey değildir. Şamanların davullarının
dünya ağacının kerestesinden yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda,
Şamanların davullarının çıkardıkları seslerin dini sembolleri ve değerleri
anlaşılabilir.
2. TÜRKLERDE AĞAÇ İLE İLGİLİ İNANIŞLAR
Değişik toplumlarda en yaygın inançlardan biri de ağacın kutsal kabul
edilmesidir. Dinler tarihçileri, insanlık tarihinin en eski devirlerinden beri,
ağaç kültünün farklı toplumlarda değişik biçimlerde kendini gösterdiği dü-
şüncesindedirler. Ağacın yerin dibine kadar inen kökleri, göğe doğru dik bir
tarzda yükselen gövdesi, gökyüzüne kadar uzanan dal ve yapraklarıyla oldu-
ğu kadar, mevsimden mevsime kendini yenilemesi ve daha pek çok özelliği
sebebiyle olsa gerek, iptidai insanın bir takım dini düşüncelere sahip olma-
sında önemli rol oynamıştır. Bu anlamda ağaç, hayatın ve sonsuzluğun tim-
sali olarak da kabul edilmiştir. Bununla beraber, ağacın bizzat maddi varlı-
ğının değil, özelliklerinin ve temsil ettiği gücün bir sonucu olarak kutsallık
kazandığı veya kutsal kabul edildiği söylenebilir. Ancak araştırmalar, her
ağacın ya da aynı ağacın her yerde her zaman kutsal kabul edildiğini, hatta
en çok meyvesiz ve ulu ağaçların takdis edildiğini ifade etmektedirler. Muh-
temelen insan oğlu, küçük bir filizden gün geçtikçe büyüyerek gelişen ve
nihayet bir nedenle kuruyup çürüyen ağaçla, kendi hayatının tabii seyri ara-
sında bir benzerlik olduğunu görmüş ve kutlu tanıdığı her mekanla ağaç
arasında alaka kurmuştur. Nitekim, en arkaik devirlerden günümüze kadar,
hemen bütün mabetlerde ve mukaddes beldelerde ağacın varlığı dikkat çeki-
cidir. Eski Türklerdeki ağaçla ilgili inanışların ilk ortaya çıktığı bölge olarak
Ötüken’in dağlık arazisinin olduğu bilinmektedir. Hunlar her yıl yaz bitiminde Ötüken de yer alan ‘Lung-ch’eng’ (Ejder-Şehri) denilen başkentlerinde yaptıkları yer ayinini, şehrin yakınındaki dağın eteğinde bulunan bir çam ağacının yanında icra ederlerdi. Kırmızı kurdele ile çevirmiş oldukları bu ayin yerinde, bir karaçam ağacı yetiştirilmiş, fakat ağaca yıldırım isabet etmişti. Daha sonra, aynı yerde şimal illerinde olmayan bir dud dalının kendi-
liğinden yetiştiği ve Hunlar’ın her ikisini de kutsal kabul ettikleri rivayet
edilmektedir. Hunlar’ın ağaç etrafında yaptıkları bu ayinlerin benzer şekil-
de To-balar ve Kanglılarda da icra edildiği ifade edilmektedir. Güz mevsi-
mindeki bu ayinlerde, kutsal kabul edilen ağaç etrafında dini törenler düzen-
lenir ve kötü ruhlardan temizlenmek istenen yerlere ağaç dikilirdi. Bu gibi
dini törenlerin ve inanışların Göktürklerde de var olduğu belirtilmektedir. Uygurlarda ise ağaçla ilgili inanışlar daha farklı bir şekil almaktadır. Uygurlarda ağacın insan soyu ile ilgisine dair bir inancın varlığını, ünlü Uygur menşe efsanesinden anlamaktayız. Nitekim Uygurlar kendilerinin Karakum’da Tuğla ve Selenka nehirlerinin birleştiği yerde fıstık ve çam
fıstığı ağaçları arasına gökten inen ışıktan türediklerine, yani atalarının bu
ışığın, o ağaçları gebe bırakması sonucu dünyaya gelmiş olduklarına inan-
maktaydılar. Eski Türklerde daha çok tek ağaçlar ve bunlardan da çam ve benzeri
cinsten olanların kutsal sayıldığı görülmektedir. Nitekim araştırıcılarına gö-
re, bütün Altaylı kavimlerde en çok çam ve kayın ağacı kutsal kabul edil-
mekte ve bunlardan sonra da çınar ve servi ağacı gelmektedir.
Buryatlar,Yakutlar, Çeremisler, Başkurtlar, Kazaklar ve Kırgızlar, arazide tek duran
ulu ve yaşlı çam, kayın, servi ve çınar ağaçlarına nezirler adamakta, kurban-
lar sunmakta, birtakım dini törenlerle onlardan dilekte bulunmaktaydılar. Bu
anlamda, ağaçlar kuruyup gitseler bile, yine de onlara nezirler ve kurbanlar
sunulmaya devam edilmektedir. Yakut Türklerinde kayın ağacı kadar, kara
çam ağaçları da kutsaldı. Bu bağlamda, Yakut Şamanlarının her birisinin
ayrı bir ağacı olurdu. Şaman olmak isteyen bir genç, bir ağaç diker ve bu
ağaç büyüyüp geliştikçe, buna paralel olarak Şaman gencin de rütbesi yükse-
lirdi. Şamanın ölümü ile birlikte ağacı da yok edilirdi. Dolayısıyla, Şaman
ile ağacı arasında bir bağ olduğuna inanılırdı ve birinin hayatının ötekiyle
kaim olduğu düşünülürdü. Yakutlar; Tanrının gökte ilk Şaman’ı yarattığında,
onun evinin önüne bir de sekiz dallı bir ağaç dikmiş olduğuna, gökteki Şa-
manın ebediyen yaşadığı gibi, ağacın da ebediyen yaşadığına ve ölen kişile-
rin ruhlarının da gökteki bu ağacın dalları arasında uçuşup durduklarına inanmaktaydılar. Nitekim, gök yahut dünya ağacı denilen bu ağaç hakkın-
daki inanışların bütün doğulu kavimlerde var olduğu görülmektedir. Altay-
larda Türkçe konuşan topluluklar bu ağacın tepesinde Bay Ülgen’in oturdu-
ğuna inanmaktaydılar. Yerin ve her şeyin merkezinde bulunan bu ağacın,
yeryüzünün bütün ağaçlarının en yükseği olduğu düşünülmekte ve bu ağacın
en tepesinde de Bay Ülgen’in ikametgâhının bulunduğu kabul edilmekteydi.
Nitekim, Altaylı Şamanların davullarının üzerinde bu dünya ağacını tasvir
eden şekiller bulunur. Efsaneye göre de ağacın merkez dağının zirvesinde
büyüdüğü kabul edilmektedir. Bu anlamda, Abakan Tatarları dünyanın mer-
kezinde demir bir dağın var olduğuna ve bu dağın üzerinde de yedi dallı
beyaz bir kayın ağacının dikili olduğuna inanmaktaydılar. Ağacın gerçekte devamlı yeniden dirilen bir varlık olması sebebiyle, onun bizzat hayatın taşıyıcısı olduğu düşünülmüş ve bu inancın bir sonucu olarak, insan hayatıyla ağaç arasında bir bağ kurulmuştur. Bu inancın kökünün de çok eskilere kadar gittiği görülmektedir. Nitekim, bu inancın bir so-
nucu olarak Ögeday ve Kubilay Han’ın, kendileri için bir ağaç diktikleri ve
bu ağaçlara da asla dokunulmamasını emrettikleri ifade edilmektedir. Bu
anlamda, ağacın özelliği sebebiyle olsa gerek, Türk ve Moğol toplumlarında
mezarların ağaç altına yapıldığı veya mezarlara ağaç dikildiği etnograflar
tarafından tespit edilmiştir. Günümüzde, benzer inanışların Müslüman
Türkler arasında da yaygın olarak bulunması dikkat çekicidir. Bu anlamda,
Müslüman Türklerin mezarlara gömdükleri ölülerinin baş ve ayakuçlarına
çam ya da selvi ağaçları dikme geleneğini devam ettirdikleri bilinen bir ger-
çektir. En eski devirlerden itibaren, hemen her Türk boyunun inanç sistemi
içinde bazen aynı bazen de farklı ağaçların kutsal kabul edildiği görülmekte-
dir. Başlangıçta, Tanrının ve hükümdarın sıfatı olan bu kutsal ağaç inancı,
zamanla hükümdarlığı, ataları temsil etmiş ve en nihayet sülalenin ve boyun
temsilcisi olmuştur. Böylece bu ağaç, kutsal ağaç, ölümsüzlük ağacı ya da
hayat ağacı olarak da nitelendirilmiştir. Bu anlamda, İslam öncesi Türkler-
de gökleri delip-geçen kutsal bir ağacın var olduğu inancı yaygındı. Bu ağa-
cın bazen kayın bazen de çam ağacı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, kadim
Choular kayın ağacının kutsallığına inanmalarından dolayı, dini ayinlerini bu
ağacın çevresinde ifa etmekteydiler. Çünkü onlar, bu ağacın dünyanın merkezini tayin ettiğine ve hükümdarın bu ağaç vasıtasıyla göğe yükseldiğine inanmaktaydılar. Eski Türk inanışına göre, Tanrıya ancak kutsal ağaç vasıtasıyla ulaşabilmekteydi. Altay Türkleri arasında kutsal kabul edilen kayın ağacının her dini törende mutlaka bulunması gerekirdi. Nitekim, bu
dini törenlerde Şamanın kayın ağacını şu şekilde tavsif ettiği nakledilir:
‘Altın yapraklı Bay Kayın,
Sekiz gölgeli mukaddes kayın,
Dokuz köklü, altın yapraklı mübarek kayın,
Ey mübarek kayın, sana kara yanaklı,
Ak kuzu kurban ediyorum’.
Altay Türkleri arasında Şamanlık kutsal bir görev olarak düşünülmek-
teydi. Bu sebeple, Şaman olacak kişinin kendisini ispatlaması için Tanrı ile
iletişim kurabilmesi gerekirdi. Bunun için de Şaman vecd haline girer ve bu
halde rüyasında suların hatunu, hayvanların hatunu, cehennemin efendisi
v.b. birçok ilahi suretle karşılaşırdı. Sonra hayvan rehberleri kayın ağacının
yardımıyla Şamanı kâinatın merkezine ve Tanrıya ulaştırırlardı. Burada Tan-
rı kutsal ağaçtan kopardığı bir dalı yere düşürür ve Şaman adayı da Tanrının
düşürdüğü bu dal ile kendi davulunun kasasını yapardı. Davulun, kutsal ağa-
cın kerestesinden yapılmış olması sebebiyle, Şaman ona vurduğunda, büyü-
sel olarak bu ağacın yanına, dolayısıyla da kâinatın merkezine fırlatılmış
olduğuna inanırdı. Şaman davula her vurduğunda, kayın ağacının etrafında
bir kaç defa döner böylece, ruhların davete icabeti sağlanır ve Şaman bu
ruhlarla birlikte gökler alemine çıkabilirdi. XX. yüzyılda Sibirya Şamanları
arasında yapılan araştırmalarda bir kadın Şaman’ın vecd halinde iken, cinler
ile irtibata geçmiş olduğunu, bu esnada bir grup cinin vücudunu parçalamış
olduklarını, vücut parçalarını tekrar bir araya getirirken de kayın ağacının
kabuklarının üzerine koyduklarını ve bu işlemden sonra ‘canım yeniden
bedenime girdi, ben de ayağa kalktım’ şeklinde anlattığı rivayet edilmekte-
dir. Şaman davulunun kayın ağacından yapılmış olması sebebiyle, kutsallık
kazanmış olduğu şeklindeki inanca, Müslüman Türkler arasında da rastla-
mak mümkündür. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazinin
ölümünden sonra geride bıraktığı eşyalar arasında, Selçuklu Sultanı tarafın-
dan kendisine hediye edilen bir davul kasnağının olduğu da zikredilmekte-
dir. Altay Türkleri kurban törenleri esnasında Şaman, sık yapraklı bir kayın
dalı ile hayvanın sırtını sıvazlar ve bu hareketiyle de kurbanın ruhunu Tanrıya yolladığına inanırdı. Bu anlamda, Şamanın davulunun üzerine çizilmiş
olan ağaç figürleri kutsal kayın ağacından başka bir şey değildi. Dolayısıyla
kurban törenlerinde Şaman, Tanrıya kurban sunmak için en uygun yeri se-
çerken, kayın ormanının en tenha yerini tercih eder, kurbanlara sık yapraklı
kayın dalıyla vurur ve elinde kurbanlık hayvanın ruhunun bekçisi kabul edi-
len kayın ağacından bir değnek bulundururdu. Tapgaç’lar da ilkbahar ve
sonbaharda düzenledikleri kurban törenlerinin ardından, çevreye kayın ağaç-
ları dikerler ve dikilen bu ağaçlardan kutlu ormanların meydana geleceğine
inanırlardı. Uygurların da bela ve musibetlerden korunmak için bu tür tö-
renlere önem verdikleri bilinmektedir. Uygurların yıldırım sesini işittiklerin-
de, haykırarak göğe doğru ok atmaya başladıkları, bir yıl sonra sonbaharda
da yıldırımın düştüğü yere gelerek, kurban törenleri düzenledikleri nakledi-
lir. Öte dünya hakkındaki tasavvurlarından dolayı olsa gerek, eski Türkle-
rin cenaze defni için yaprak dökümüne veya ağaçların tomurcuklanmasına
kadar bekledikleri bilinmektedir. Bu anlamda eski Türkler, önemli kabul
ettikleri kişilerin cenazelerini önce deriye sararlar ve daha sonra da ağaç
tabut içerisine koyarak defnederlerdi. Türklerde ağaç, sonsuz güç ve kudre-
tin sembolü olarak da görülmüştür. Örneğin, Dede Korkut’ta bununla ilgili
olarak şöyle denilmektedir:
‘Başına doğru bakar olsam, başsız ağaç,
Dibine doğru bakar olsam, dipsiz ağaç’. Bu anlamda Türk toplulukları arasında ağacın, hükümdarlık ve sülaleyi temsil ettiği inancı yaygındı. Türklerde kayın ağacının yanı sıra, karaçam ağaçlarının da kutsal olduğuna inanılırdı. Çocuğu olmayan kadınların ‘Yuvalı Kara Çam’ dedikleri bir ağaca gelerek, beyaz at derisini bu ağacın altına serdikleri ve ağacın kar-
şısında dua ettikleri söylenir. Bu bağlamda, Türklerde dut ağaçlarının da
kutsal kabul edildiği belirtilmektedir. MS. V. yüzyıllarda Göktürklerin
Hakan soyunun yeraltı Tanrısının makamına dut ağacı veya çam ağacı dik-
tikleri, daha sonra senenin beşinci ve sekizinci aylarında bu ağacın etrafında
at ile yarışarak dini bir tören gerçekleştirdikleri nakledilmektedir. Nitekim,
Türklerde dut ağacının kutsal olduğu inancının bundan çok sonraları ortaya
çıkmış olan Hacı Bektaşi Veli Menkıbelerinde de var olduğunu görmekteyiz.
Rivayete göre; Hacı Bektaş, Ahmet Yesevi tarafından Anadolu’ya gönderil-
diğinde, dervişlerden biri ocakta yanmakta olan odunlardan birini alarak
Rum diyarına doğru fırlatır. Dut ağacından kesilmiş olan bu odun Rum diya-
rında Ahmet Fakih tarafından tutularak, daha sonra Hacı Bektaşi Veli’nin
tekkesini yapacağı yerin önüne dikilir ve bu odun derhal yeşererek bir dut
ağacı olur. Günümüzde bu dut ağacının hala durduğu ve tepe kısmının yanık
olduğu inancının yaygın olduğu belirtilmektedir. Türklerde dut ağacı kadar
meşe ağacı da kutsal kabul edilmekteydi. Nitekim, yine bir Bektaşi menkı-
besine göre; Hacı Bektaş bir gün, abdallarıyla birlikte Hırka dağına çıkar.
Emri üzerine çalı-çırpı toplanıp, büyük bir ateş yakılır. Daha sonra Hacı
Bektaş ayağa kalkıp semaya başlar ve müritleri de onu takip eder. Tam kırk
kere sema, yani dua ve ilahi ile raks ederek ateşin etrafında dönerler. Sonra
Hacı Bektaş hırkasını sırtından çıkarıp ateşe atar ve yanan hırkasının külleri-
ni tepeye savurur. Bu yanan hırkanın küllerinin düştüğü yerlerde de meşe
ağaçları çıkar. Türklerde kavak ağacının da kutsal ağaçlar arasında önemli
bir yerinin olduğu görülmektedir. Nitekim, Şamanın duasında kavak ağacı
şöyle ululanır: ‘Ey melikem, ey anam ateş! sen Hangay ve Gur Hatu Han
dağlarının tepesinde biten ak kavak ağacından yaratılmışsın. Gök yerden
ayrıldığı vakit doğmuşsun. Sen atamız Ötüken kavminden çıkmışsın. Tanrı-
lar padişahı tarafından yaratılmışsın. Anam ateş! senin baban sert çelik, anan
kaymaktaş ve ulu ataların ak kavak ağacıdır’. Bu anlamda, yine Dede Korkut
kitabında da Beyrek’in Kazan Beye soylamasında, ak kavağın budağından
yarga yuban (yararak) geçmişsin denilmektedir. Bir rivayete göre de I.
Murat, İnceğiz kalesini fethetmek için çok uğraşır ama muvaffak olamaz.
Biraz dinlemek üzere ulu bir kavak ağacının dibine oturur ve fetih için bura-
da dua eder. Kısa bir süre sonra da kendisine kalenin düştüğü haberi getirilir.
Bunun üzerine, Sultan I. Murat altında oturup dua ettiği kavak ağacına
‘Devletlü Kaba Ağaç’ adını verir. Orhan Gazinin Bursa’ya yerleşmesinden
sonra, İnegöl yöresinde Kesiş Dağı’nda yaşayan derviş Geyik Babanın bir
kavak ağacı ile dağdan inerek, Bursa Hisarı Beg sarayı avlusunun kapısının
iç yanına bir kavak ağacı dikmesinin de eski Türk inanışlarının bir devamı
olsa gerektir. Çeremislerin, Buryatların, Yakutların, Başkurtların, Kazakla-
rın ve Kırgızların arazide tek duran ulu ve yaşlı, çam, kayın, ardıç, selvi ve
çınar ağaçlarına adaklar adadıkları, kurbanlar kestikleri ve bazı dualarla dilekte bulundukları ifade edilmektedir. İslam öncesi Türklerde kutsallığına
inanılan bu ağaçların yanında başka kutsal ağaçların da var olduğu görül-
mektedir. Bu anlamda, elma ve nar ağaçlarının da kutsal ağaçlardan olduğu-
na inanılır. Nitekim Manas destanında, çocuğu olmayan kadınların kutsal
elma ağacının altında oynamaları sonucu, çocuklarının olacağına inandıkları
şeklinde ifadeler vardır. Ardıç ağacının Türkler tarafından kutsal kabul
edilmesinin bir sonucu olsa gerek, Orta Asya’da ardıçlı adını taşıyan birçok
kutsal yerin varlığından bahsedilmektedir. Türklerde ‘Hayat Ağacı’ ile ilgili bir takım inanışların varlığı da dikkat çekicidir. Bu anlamda, Türkler arasında hayat ağacına ilişkin birçok efsaneden söz edilir. Bu efsanelerden biri şöyledir:
‘Büyük bir dağ yükselir, on iki gök katından,
Dağda bir kayın vardı, yaprakları altından,
Kayının altındaysa, küçük bir çukur vardı,
Bir karış bile değil, o kadar yüzlek dardı.
Bu çukur hep doluydu, kutsal hayat suyuyla,
İçen ölmez olurdu, ebedi bir duyuyla’. Nitekim, ölümsüzlük ağacı ile
ilgili inanışların Aladağ ve Kaf Dağı destanlarında da var olduğu görülmek-
tedir. Bu dağlarda genellikle nar ve şeftali gibi meyvelerin yanı sıra, ölüm-
süzlük otu ve Sigun otu denen bitkilerin yetiştiğine inanılmaktaydı. Bu an-
lamda, Eren ve Alplerin ölümsüzlük meyvesi ve ölümsüzlük meyvesini yi-
yen Sigun geyiklere binmiş şekilde ölümsüzlüğü temsil eden motifler olduğu
temasının devrin sanat eserlerinde de yer aldığı belirtilmektedir. Kutlu
Dağda yetişip, ölümsüzlük veren meyvelerden narın, Burkan dininde bereke-
tin sembolü ve Mani dininde de nurlu (Cennet) yemişlerinden olduğu, göz
önünde bulundurulacak olursa, bu inancın Türklere bu kültürlerden geçmiş
olması mümkündür. Bununla beraber, Türkler arasında yine de ölümsüzlük
motifinin çok yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda, Türkler arasında
nar, şeftali gibi meyvelerin yanında ölümsüzlük bahşeden otların varlığının
kabul edildiği ve bu ölümsüzlük ağacı motiflerinin değişik şekillerde sosyal
hayatta da çok yaygın bir biçimde kullanılmış olduğu nakledilmektedir. Eski Türklerin sosyal hayatında ağaç kadar, bazı ormanların da kutsal kabul edildiği görülmektedir. Bu anlamda, Ötüken ormanlarının (Ötüken Yış) bütün Türkler tarafından kutsal sayıldığı bilinmektedir. Bu inancın bir sonucu olarak, Türk toplulukları arasında orman iyelerinin memnun edildiği
takdirde, mutluluk ve huzurun artacağına, bolluk ve bereketin olacağına
inanılırdı. Nitekim, Anadolu’da da pek çok yerde görülen ve mezar taşları
üzerine işlenmiş olan ağaç motiflerinin eski Türk inançları ile alakasının
olduğu açıktır. Bu mezar taşları üzerine ağaç motiflerinin işlemesinin nedeni,
bu ağaç motifleri sayesinde kişinin kabrinde rahat bir şekilde yatabileceği
inancının bir sonucu olsa gerektir. Bazı ormanların kutsal olduğu şeklindeki inanışların Yakutlarda da mevcut olduğu ve Yakut avcılarının dokuz nefer orman iyesinin bulunduğu-
na inandıkları nakledilir. Bu inancın bir sonucu olarak, Yakut Türklerinin
güz avına çıkmadan önce, yağ ile eti ateşe atarak, Boyahay adını verdikleri
koruyucu orman iyesine sundukları ve çeşitli hediyelerle onu memnun etme-
ye çalıştıkları ve bu şekilde hareket ederlerse, avlarının bereketli geçeceğine
inanmalarının yanı sıra, ağaçlara renkli çaputlar ve kıymetli kürkleri bağla-
yıp, yaptıkları bu ilk avın şeklini de ağaç gövdelerine çizdikleri ifade edil-
mektedir. Bu inancın avcılıkla geçinen Şor Türkleri arasında da yaygın
olduğu ve orman iyelerinin avcının temiz ve doğru sözlü olmasını istemesi-
nin dışında, ava çıkılacağı gün bütün aile bireylerinin temizliğe dikkat etmelerini istediğine inanıldığı nakledilmektedir. Bugün Anadolu’da da bazı orman ve ağaçların kutsal olduğu şeklindeki inanışların yaygın olduğu bilinmektedir. Günümüzde Sünni Müslüman-
larda görülmekle birlikte, bu tür inanışların daha çok Alevi topluluklarda
yaygın olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, özellikle Kızılbaş topluluklarının
ulu ağaçları kutsal kabul ederek, hürmetle tazim ettikleri ve bu gibi ağaçlara
ziyaretlerde bulundukları bilinmektedir. Günümüzde, Kızılbaş toplulukları-
nın yanı sıra, Tahtacılar ve Yörüklerde de kutsal ağaçla ilgili inanışların
yaygın bir şekilde var olduğu görülmektedir. Nitekim, Tahtacıların geçimle-
rini ağaç kesmekle sağlayan kimseler olduğu ve onların ağaçlara büyük say-
gılarının, bağlılıklarının olduğu bilinmektedir. Çünkü bu topluluklarda Mu-
harrem ayında ağaç kesmek şiddetle yasak olduğu gibi, hafta içinde Salı
günlerinde de ağaç kesilmez Yeniden işe başlayacakları zamanlarda da ağaç-
lar için dualar okunur. Yörüklerde de ağaçlara büyük saygı duyulur. Tahtacı-
lar daha çok sarıçam, ladin, köknar ve ardıç ağaçlarını, Yörükler ise kara dut,
çınar ve katran ağacını kutlu ağaçlardan saymaktadırlar. Tahtacılar ayrıca
kutsallığına inandıkları ağaçların motiflerini ölülerinin mezar taşlarına da
işlemektedirler. Bu anlamda, Türk topluluklarının hemen hepsinin dağlarda
tek başına duran ulu ağaçları kutsal kabul ettikleri söylenebilir. Türkler, atalarının ruhlarının iktidar ve kuvvetlerine göre büyük su kenarlarında, yüksek dağlarda, sık ormanlıklar ile gölgesi bol olan ağaç altlarında ikamet ettiğine inanırlardı. Bu inancın bir sonucu olarak da insana huzur veren el-ayak sürülmemiş ağaçlık alanların kutsal olduğu düşünülerek
takdis edildiği gibi, bu gibi ormanlara kadınların girmesine izin verilmezdi. Türkler; doğum, ölüm, evlenme ağaçları gibi, belli ağaçların belli özelliklerinin olduğunu kabul etmelerinin yanı sıra, belli ağaçların da bir takım hastalıkları iyileştirici ve şifa verici özelliklerinin olduğuna inanırlardı. Ağaçların yaprak döktüğü dönemlerin keder ve uğursuzluk, çiçeklenip yaprak verdiği zamanların da hayır ve iyilik getirdiği kabul edilirdi. Bu inancın bir
sonucu olarak, cenaze defni için yaprak dökümüne veya ağaçların tomurcuklanmasına kadar beklenilirdi. Bugün Anadolu’da da bu tür inanışların bakiyesi olduğu anlaşılan de-
ğişik uygulamaların var olduğu görülür. Örneğin, Malatya’nın Onar köyün-
deki Onar Dede ile Sakız Dede türbelerinde bulunan ve kutsal olduğu kabul
edilen kuru bir ağacın gövdesinden çıkarılan yongaların kaynatılıp, hasta
hayvanlara içirildiği takdirde, şifa bulacağına inanılmaktadır. Bu bağlamda,
Mut bölgesinde de kişi rüyasında ulu bir ağacın devrildiğini gördüğünde,
bölgedeki eşraftan birinin öleceğine inanılmaktadır. Görüldüğü üzere, eski Türk sosyal hayatında ağaç ve ormanın insan hayatı üzerinde tesiri olduğuna inanılan mukaddes varlıklardır. Bu anlamda, Türkler ağaç ve orman iyelerini memnun ettiklerinde, huzurlu, mutlu ve bereketli bir ömür süreceklerine inanırlardı. Eski Türk sosyal hayatında güç-
lü tesirleri olduğuna inanılan bu kutsal ağaç ve orman kültünün, atalarımız vasıtasıyla Anayurttan, Anadolu’nun her yerleşim alanına yayılmış olduğu anlaşılmaktadır. Eski Türk inanışlarının bakiyesi olduğu anlaşılan bazı ağaç ve ormanların kutsal olduğu şeklindeki düşüncelere Anadolu’nun pek çok yöresinde rastlamak mümkündür. Örneğin, Siirt’te Kız Evliya Tepesi denilen yerde, çeşitli dileklerde bulunmak için gidenlerin kutsal kabul ettikleri kayın ağaçlarına çaput bağladıkları ve bu ağaçları sık sık ziyaret ettikleri nakledil-
mektedir. Diyarbakır’da ise Sin ve Sidaş (sindaş) adlı iki kardeşin türbesinin çevresinde bulunan ağaçlara dokunulmadığı gibi, bu ağaçların dallarını kıranların öküz gibi böğürerek öleceğine inanılır. Siirt, Tunceli ve Adıyaman illerinde de tek olan ardıç ve meşe ağaçlarının mukaddes ağaçlar olduğuna inanılması sebebiyle, bu gibi ağaçlara dokunanların hoş karşılanmadığı ifade edilmektedir. Günümüzde Anadolu’nun her neresine bakılırsa bakılsın,
takdis olunan ağaçların, eski Türklerdeki ağaç kültü ilgili inanışların bir devamı olduğu söylenebilir. Sivas-Divriği Vazıldan köyü ve çevresinde de ardıç ağacının kutsal ol-
duğu düşüncesi yaygındır. Bu köyün yakınında bulunan bir ardıç ağacının
ise özellikle kutsandığı ve çocuğu olmayan kadınların bu ağacın meyvesin-
den yedikleri takdirde, çocuklarının olacağına inandıkları nakledilmektedir.
Aynı bölgedeki Gemhu köyünde de çocuğu olmayan kadınların Koca Hay-
dar Türbesi civarında bulunan bir söğüt ağacının yapraklarını yediklerinde,
çocuk sahibi olabileceklerine inandıkları ifade edilmektedir. Divriği Odur
köyünde ise Merg Ağacı adı verilen ve kutsal kabul edilen bir ağaca karşı,
bölge halkının hürmet gösterdiği ve bu sebeple dallarını kırmadığı ve ona
niyaz ettikleri belirtilmektedir. Nitekim inanıldığına göre, bir adam balta
vurmuş, ağaçtan kan akmıştır. Çevre halkı tarafından çok kutsal sayılan bu
ağaca, her yıl Haziran ayının üçüncü haftasında yöredeki köylüler tarafından
ziyaretler yapıldığı, mumlar yakıldığı ve kurbanlar kesildiği nakledilmekte-
dir. Bu anlamda bölgede, bazı koruluklardan ağaç kesmenin uğursuzluk
getireceğine ve böyle bir eylemde bulunan kişinin ölmekte dahil başına bir
takım musibetlerin gelebileceğine inanılmaktadır. Ayrıca bölgede, İğnedin
(siğilli çalı), Ziniski, (Yılgın dede-siğilli çalı) gibi kutsal mekânlara her türlü
ağrı ve sızılar için ziyaretler yapıldığı, özellikle ellerinde siğili olan kişilerin
buraya giderek, ellerindeki siğil sayısınca dal büktükleri ve evlenmek isteyen
genç kızların ise dileklerinin gerçekleşmesi için bu çalıya mendillerini bağ-
ladıkları, Divriği Yağbasan köyünde ise kutsal kabul edilmeleri sebebiyle,
bazı ardıç ağaçlarının kurudukları halde kesilmedikleri nakledilmektedir. Bu
ağaçlar ancak burada yapılan dini bir tören esnasında kurban eti pişirilirken
yakacak olarak kullanılabilir. Bazı ağaçların kutsal olduğu ile ilgili inanış-
ların Doğu Anadolu’daki Alevi topluluklar arasında da yaygın olduğu ve
Siirt, Tunceli, Adıyaman, Elazığ illerinde yaşayan Alevilerin şuraya buraya
serpiştirilmiş gibi duran meşe ve ardıç ağaçlarını takdis ettikleri belirtilmek-
tedir. Yılın belirli dönemlerinde halkın en güzel elbiselerini giyerek, kadınlı
erkekli gruplar halinde ilahiler eşliğinde bu ağaçlara ziyaretler yaptıkları,
adaklar adadıkları ve kurbanlar kestikleri ve ağaçlara dilek çaputları bağla-
dıkları ifade edilmektedir. Eski Türklerdeki ağaç kültü ile ilgili inanışları-
nın bir bakiyesi olarak yine Edremit’in Çamcı köyündeki ninelerin karnı
ağrıyan torunlarının karnını ovarken şöyle dua ettikleri belirtilmektedir:
‘Dağlar, taşlar, ulu kaba ağaçlar, koca çaylar! gel çocuğumun karnının ağrı-
sını al’. Bu duanın eski Türklerde görülen ağaç kültü ile ilgili inanışlarının
bakiyesinden başka bir şey olmadığı açıktır.
Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar, Türkler arasında görülen kutsal ağaç
ve ağaç kültü ile ilgili tespit edilen inanışlar benzerlikler göstermekte ve bu
inanışların görüldüğü her yerde aynı zamanda ağaç evliya ilişkisine de rast-
lanılmaktadır. Nitekim Sibirya’da yapılan araştırmalarda çeşitli yerlerde bazı
ağaçların yanında evliya mezarlarının olduğu ve bu evliya mezarlarının
ağaçlarda mevcut olduğuna inanılan ruhların, Müslüman evliya hüviyetinde
şahıslanmış biçimi olarak algılanması gerektiği belirtilmektedir. Örneğin,
Anadolu’da da kutlu sayılan ağaçların yanında böyle türbelerin var olduğu
bilinmektedir. Bu gibi türbelerin olmadığı yerlerde ise tek başına ağaçların,
Çınar Dede, Çitlembik Dede, Ağaç Baba gibi isimlerle sanki evliya ağacın
kendisi imiş gibi adlandırıldığına rastlanılmaktadır. Görüldüğü üzere, eski Türklerin ağaç ve ormanla ilgili inanışları genellikle, bazen dağ ve su unsuru ile birlikte (dağ, ağaç, su) üçlüsü biçiminde, bazen de dağ-ağaç veya su-ağaç ikilisi şeklinde ortaya çıkmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda, İslam öncesi Türklerde görülen ağaç kültü ile ilgili
inanışların Müslüman Türkler üzerinde çok güçlü bir tesirinin olduğu açıktır.
Bu anlamda, İslamiyet de dahil sonradan kabul edilmiş olan bütün din ve
kültürlerin süzgecinden geçerek günümüze kadar gelmiş olmaları sebebiyle,
bu inanış ve uygulamaların çok güçlü bir kültürün ürünü olduğunu göster-
mektedir. Nitekim, günümüzde Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, eski
Türklerdeki kutsal ağaç kültü ile ilgili inanışlara rastlamak mümkündür.
SONUÇ
Türkler, yaşadıkları coğrafya gereği birçok din ve kültürle iç içe yaşa-
mışlar, onlardan etkilenmişler ve genellikle de bu din ve inanışları benimse-
mişlerdir. Bununla beraber, bu din ve inanışlar, onların dünya görüşlerini,
yaşadıkları çevreyi algılayış biçimlerini ve nihayet tabiatta var olan bir takım
nesnelere manevi anlamlar atfetmelerine sebep olmuştur.
Türklerde tabiat ve tabiatı meydana getiren unsurlar önemli varlıklar
olarak görülmüş ve onlarda bulunan gizli güçlerin (ruhlar) insanlara iyilik
veya kötülük yapabilecekleri düşünülmüştür. Bu anlamda, Türkler doğada
görülen her şeye dini bir anlam ve değer atfetmiştir. Ağaçla ilgili inanışlar ve
uygulamalar bunlardan sadece birisidir.
Anadolu’nun pek çok yöresinde, türbelerin, tekkelerin ve ulu ağaçların
takdis edilerek, çaput bağlanması ve mum yakılması fenomeninin, İslam
öncesi Türklerdeki ağaç kültü ve buna bağlı inanışlarının bir izi olduğu açık-
tır. Türkler, Müslüman olduktan sonra, kutsal ağaç inancı ve buna dayalı bir
takım uygulamaları İslamiyet’le birlikte yaşatmaya devam etmişler veya bu
inanç ve uygulamaları İslamî unsurlarla uzlaştırmışlardır. Bu anlamda, Tan-
rı’dan dilekle bu kutsal kabul edilen ağaçlara, yatırlara, türbelere adak ada-
mak, mum yakmak ve kurban sunmak gibi eylemlerin, eski Türklerde oldu-
ğu gibi, günümüz Müslüman Türk toplumunun Tanrı ile bağını güçlendirme
vasıtası olarak değerlendirdiği açıktır. Aynı şekilde, bu gibi kutsal mekanla-
rın evliyalarla bağının olduğuna veya evliyalar aracılığıyla bu gibi kutsal
mekanlara koruyucu bir güç ya da kerametin geçmiş olduğuna da inanılmak-
tadır. Günümüzde, Müslüman Türk toplumu arasında görülen bu uygulama-
ların sebebinin, insanların İslam’ı yeterince bilmemelerinden kaynaklandığı-
nı söyleyebiliriz. Ancak, bu gibi inanış ve pratiklerin, kişinin karşılaştığı
veya çözemediği değişik sorunlar karşısında, insan varlığını aşan kendisine
imkanlar sağlayabilecek türlü yerlere veyahut da aşkın bir varlığa yönelmesi
olarak da değerlendirmek mümkündür. Bu anlamda insanlar, büyüklerinden
gördüğü veya öğrendiği bir takım dini inanış ve pratikleri uygulamak sure-
tiyle, üstesinden gelemedikleri bir takım sorunlarını çözebilecekleri inancını
taşımaktadırlar.
BİBLİYOĞRAFYA
ALTINTAŞ Ayten, “ Eski Türk Kültüründe Hayat Ağacı ve Ölümsüzlük Otu”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Aralık 87, S. 51, İstanbul 1987.
ALTUNDAĞ Şinasi, “Osman Gazi”, İslam Ansiklopedisi XIV, Milli Eğitim Basımevi, İstan-
bul 1950.
ARSAL S. Maksudi, Türk Tarihi ve Hukuk I, İstanbul 1947.
AYDIN Mehmet. “Mut Bölgesinde Yaşayan Halk İnançları”, IV. Milletler Arası Türk Halk
Kültürü Kongresi Bildirileri (Gelenek, Görenek, İnançlar) IV, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1992.
BANARLI N. Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1987.
ELİADE Mircea, Le Chamanisme Et Les Techniques Archaiques de Extase, Payot, Paris
1951.
---------------, “Orta Asya ve Kuzey Kavimlerinde Semavi Tanrılar”, (traite d’histoire des
Religions, Paris 1974), Ter. Harun Güngör, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Kayseri-1984.
--------------, Kutsal ve Dindışı, (Ter. M. Ali Kılıçbay), Ankara 1991.
--------------, İmgeler ve Simgeler, ( Ter. M. Ali Kılıçbay), Ankara-1992.
ERGİN Muharrem, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 1986.
--------------, Orhun Abideleri, İstanbul 1992.
ESİN Emel, Ötüken Yış ( Türk Sanatında Ağaçlı Dağ Hakkında Notlar), Atsız Armağanı,
İstanbul 1976.
--------------, Türk Kozmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmaları), İstanbul 1979.
GÖKALP Ziya, Türk Uygarlığı Tarihi (Haz: Yusuf Çotuk Söken), İstanbul 1991.
GÜNGÖR Harun, “Süryani Kaynaklarına Göre Türklerin Menşei, Dini İnanış ve Adetleri”,
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Ayrı Basım, S. 40, İstanbul 1986.
--------------, “Orta Asya’da Mani Dininin Yayılması ve Türk Kültürüne Etkisi”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Ekim 89, S. 62, İstanbul 1989.
--------------, “Manihaizm”, Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ayrı Basım,
Kayseri 1989.
GÜNGÖR Harun-ARGUNŞAH M., Gagauz Türkleri, Ankara 1991.
Dr.Ramazan IŞIK
--------------, “Göktürk Kitabeleri ve Uygur Metinlerinin İnsani Değer ve Hukuk Açısından
İncelenmesi”, Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları (Başlangıçtan Günümüze Kadar) I,
İstanbul 1992.
HARVA Uno, Les Representat.ion Religiuses des Peuples Altaiques (Trad. Par Jean-Louis
Perret.), Gallimard, Paris 1959.
İNAN A. Kadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm (Materyaller ve Araştırmalar), Ankara-1986.
--------------, Makaleler ve İncelemeler, İstanbul 1987.
--------------, Makaleler ve İncelemeler II, Ankara 1991.
KAFESOĞLU İbrahim, Türk Bozkır Kültürü, Ankara 1987.
KALAFAT Yaşar, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1990.
OCAK A. yaşar, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983.
OYMAK İskender, Malatya ve Çevresinde Ziyaret ve Ziyaret Yerleri, Malatya 2002
ÖGEL Bahattin, Türk Mitolojisi, Ankara 1971.
--------------, Türk Mitolojisi II, İstanbul 1971.
--------------, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara 1982.
--------------, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1988.
ÖZEN Kutlu, ‘Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri’, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, Nisan 90, S. 65, İstanbul 1991.
RADLOFF W., Sibirya’dan II, (Ter. A. Temir), İstanbul 1956.
RASONYI L., Dünya Tarihinde Türklük, Ankara 1942.
SAYIM Huzeyfe, Muhtelif Dinlerde Yaratılış Olayı, (Basılmamış Doktora Tezi), Erciyes
Üniversitesi, Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Kayseri 1993.
SELÇUK Ali, Tahtacılar, İstanbul 2004
SEPETÇİOĞLU M. Necati, Karşılaştırmalı Türk Destanları, İstanbul 1990.
TANYU Hikmet, Türklerin Dini Tarihçesi, İstanbul 1978.
--------------, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, İstanbul 1986.
TÜMER Günay-Küçük Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 1988.
Kaynak: http://www.firat.edu.tr/ilahiyat/DergiYazilari/09-2_2004/07RamazanIsik.pdf Son Güncelleme tarihi: ( Çarşamba, 14 Mart 2007 )
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment