Romanın Tanımı ve Tarihçesi
Roman, en genel anlamıyla, insanların serüvenlerini, iç dünyalarını,
toplumsal bir olayı ya da durumu ayrıntılarıyla anlatan,
anlatım yolu olarak düz yazının kullanıldığı bir edebiyat türüdür.
Başka bir biçimde tanımlarsak roman, olmuş ya da olabilecek
olayları anlatan uzun soluklu edebiyat eseridir.
Klasik tanıma göre tür olarak romanın başlıca özellikleri şunlardır:
Uzundur.
Kişi sayısı çoktur.
Kişilerin, özellikle de baş kişinin yaşayışı ayrıntılı anlatılır.
Genellikle geniş bir zaman dilimini kapsar.
Olmuş ya da olabilecek olayları anlatır.
Romanın üç ana ögesi; olay örgüsü, karakter ve çevredir.
Romanda kişiler, genel olarak geniş bir zaman çerçevesinde,
hayatlarının akışı içinde işlenir.
Kişilerin, özellikle başkişinin karakterinin her yönü üzerinde
durulur, her şey ayrıntılarıyla anlatılır.
Kişilerin fizyolojik, psikolojik ve sosyal özellikleri ayrıntılı olarak
verilir.
Olaylar genellikle üçüncü kişi ağzıyla, kimi zaman da birinci
kişi ağzıyla anlatılır.
BILGI:
Roman Türünün Gelişimi: Roman, diğer edebiyat türleriyle
karşılaştırıldığında, oldukça yeni bir türdür. Roman türünün
ilk başarılı örneği sayılan ve Cervantes'in kaleme aldığı "Don
Kişot" 17. yüzyılın ürünüdür. Roman türü özellikle 18. ve 19.
yüzyıllarda gelişmiştir. Bu yüzyıllarda İngiltere, Fransa ve
Rusya romanın en geliştiği ülkeler olmuştur. Roman türünün
Batı ülkelerinde tanınan bazı yazarlarını sıralarsak İspanyol
edebiyatında Cervantes; Fransız edebiyatında Stendhal,
Balzac, Flaubert, Hugo, Zola; İngiliz edebiyatında Dickens,
Joyce, Woolf; Alman edebiyatında Goethe, Mann, Döblin;
Rus edebiyatında Gogol, Dostoyevski, Tolstoy akla gelen ilk
isimler olur.
BILGI:
Türk Edebiyatında Roman:
Türk edebiyatında çağdaş
anlamda roman Tanzimat'tan sonra görülür. Tanzimat'tan
önce roman ve hikâye gereksinimini karşılayan halk
hikâyeleri, mesneviler, meddah hikâyeleri gibi nazım ve
nesir halinde eserler vardı.
Tür olarak roman edebiyatımıza Batı edebiyatından yapılan
çevirilerle girmiştir. Bu yoldaki ilk örnek Fransız yazarı
Fenelon'dan çevrilen "Telemak"tır. Bunu "Robenson Cruzoe",
"Monte Kristo", "Sefiller" gibi eserler izler. Edebiyatımızda
ilk yerli roman, Şemsettin Sami'nin "Taaşşuk-ı Talat
ve Fitnat" adlı eseridir. Namık Kemal'in "İntibah"ı ilk edebi
romanımızken aynı yazarın "Cezmi"si tarihi ilk romanımızdır.
Ardından Ahmet Mithat'ın "Hasan Mellah", "Felatun Beyle
Rakım Efendi" adlı eserleri gelir. Roman türü edebiyatımızda
en olgun ve en başarılı örneğini Servet-i Fünûn döneminde
verir. Halit Ziya Uşaklıgil'in "Mai ve Siyah", "Aşk-ı Memnu"
romanları her bakımından başarılı kabul edilen ilk büyük
örneklerdir.
Servet-i Fünûn Dönemi Romanı
Roman, Tanzimat Dönemi'nde çeviri ve yerli örneklerle
kendisini kabul ettirmiş bir türdür. Namık Kemal'le başlayan,
Recaizâde Mahmut Ekrem'le devam eden romanda
"sanatkârane bir üslup yaratma" eğilimi, Servet-i Fünûn
Dönemi'nde farklı bir çizgide gelişmeye devam etmiştir.
Dönemin yönetim şekli ve baskısı, sanatçıların toplumsal ya
da siyasal konuları ele almalarına izin vermemiş; aydın zümre
ve onların yaşamlarını anlatan romanlar yazılmıştır.
Servet-i Fünûn yazarları romanlarında ağır ve ağdalı bir dil
kullanarak kendilerinden önce ve sonra gelen romancılardan
ayrılmışlardır.
Edebiyatımızda "Sergüzeşt", "Araba Sevdası" ve "Zehra" ile
başlayan "gerçekçi roman" anlayışı bu dönemde de sürdürülür;
ancak romantizmin etkisi de tam anlamıyla kaybolmaz.
Romanda realizm, natüralizm ve romantizm akımlarının özellikleri
görülür. Örneğin "Mai ve Siyah" realist bir anlayışla yazılmışsa
da romanın kahramanı Ahmet Cemil romantiktir.
Hayal-gerçek çatışması, şiir ve hikâyede olduğu gibi romanının
da ana temasını oluşturmuştur. Kötümserlik, melankoli,
kaçış, yalnızlık, bunalım dönemin romanlarının ortak temalarıdır.
Görüldüğü gibi romanlarda da bireysel temalar ağırlık
kazanmıştır.
Servet-i Fünûn romancıları toplumsal çevreyi aile ile sınırlandırmış,
bütün olayları bu aile ortamı içinde yaratmışlardır. Doğal
olarak da roman kurgusunda çatışmayı sağlayacak olan
üçüncü kişi, yakın aile çevresinden biri olması zorunluluğu yaratmıştır.
(Aşk-ı Memnu'da Behlül, Eylül'de Necip karakterleri
bu seçimin sonucudur.)
Romanlarda genetik mirasın roman kahramanları üzerinde
yönlendirici bir etkisi vardır. Örneğin Nedime, annesi gibi veremden
ölür (Nedime). Bihter, önceden eleştirdiği annesi Firdevs
Hanım'ın yazgısına ortak olur. (Aşk-ı Memnu). Hacer,
zayıf bünyeli, kırılgan/küskün mizacıyla annesine benzer (Ferdi
ve Şürekası).
Romanlarda yer alan kişiler genellikle aydın çevrelerin insanlarıdır.
İyi eğitim almış, Batı kültürüyle yetişmiş, zengin ve elit
insanlar, onlarla aynı durumda olan çevreleri anlatılır. Sıradan
insanlar, romanlarda hep geri planda verilir.
Servet-i Fünûn romanlarında mekân, genellikle kapalı, dar
mekânlardır, bir labirent gibidir. Bu durum roman kahramanlarında
da hep bir köşeye sıkıştırılmışlık, kıstırılmışlık duygusu
yaratır. Örneğin, "Ferdi ve Şürekası"nda genç İsmail Tayfur
günlerini raflarla, iri kalın defterlerle dolu bir ofis odasında, tekdüze
hayattan bıkıp usanmış olarak geçirir. "Aşk-ı Memnu"da
Bihter yatak odasını "mezar" diye niteler. "Eylül"de Suat ve
Süreya yaşadıkları konağa "şu çöplük"der. Bu roman karakterlerinin
mekândan nasıl etkilendiklerini gösterir.
Servet-i Fünûn Dönemi'nde roman gerek kurgusu, gerek olay
akışı, gerekse tip ve karakter tahlilleri yönünden güçlenir. Bu
nedenle Türk edebiyatında gerçek romanın Servet-i Fünûn
Dönemi'nde başladığı söylenebilir. Romandaki tek kusur ağır
ve ağdalı bir üslup kullanılmasıyla ilgilidir. Dönemin en büyük
romancısı Halit Ziya da bu kusuru görmüş, romanlarını sadeleştirerek
yeniden kaleme alma gibi bir çalışma yapmıştır.
Wednesday, February 7, 2018
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment