Wednesday, February 7, 2018

[11. SINIF] Servet-i Fünûn Dönemi'nde Hikâye

HİKAYENİN TANIMI VE TARİHÇESİ

Öykü ya da eski adıyla hikâye için değişik tanımlar yapılmıştır.
Bu tanımlardan bazıları şunlardır:
Hikâye, olmuş ya da olabilecek olayları anlatan kısa edebiyat
eseridir.
Hikâye, insan yaşamında değişik kesitler sunan, bunu yere ve
zamana bağlayarak anlatan kısa yazı türüdür.
Hikâye, olayları ve kişileri tek yönüyle ele alıp anlatan, romandan
daha kısa yazıdır.
Hikâyenin ne olduğunu anlamak için, önce yapısını oluşturan
ögeleri tanımak gerekmektedir. Her hikâyenin yapısını oluşturan
dört öge vardır: Kişiler, olaylar ve durum, yer, zaman. Her
hikâye bir olay ya da duruma dayanır. Bunlar çatışan güçler;
insanla insan, insanla hayvan, insanla doğa kuvvetleri, insanla
toplum olabilir. Durum ise bir şeyin içinde bulunduğu koşulların
tümüdür.
Hikâyenin temel ögelerden biri de insandır. Hikâyede ele alınan
kişiler, genellikle hayatlarının belli ve kısa bir anı içinde
izlenir. Kişilerinin yalnız bir yanı üzerinde durulur, ayrıntılara
inilmez.
Her hikâyenin bir iletisi vardır. İleti, bir olay ya da insanlık durumuna
dönüştürülerek verilir.
Hikâyelerde genel olarak iki anlatım yöntemi kullanılır: İlkinde
olaylar birinci kişi ağzıyla anlatılır. Birinci kişi, başından geçen
olayları, gözlem ve izlenimlerini, duygularını ya da içinde
bulunduğu bir durumu bize anlatır. Bu anlatıcı, her zaman
hikâyenin baş kahramanı olmayabilir, yardımcı kişilerden biri
de hikâyeyi anlatabilir. İkincisinde ise olaylar üçüncü kişi ağzından
anlatılır. Bu yöntemde hikâyeyi anlatan ortalıkta görünmez.
Hikâyeyle okuyucu arasına bir anlatıcı girmiştir.

BILGI:
Hikâye Türünün Gelişmesi: İtalyan yazarı Boccacio'nun
"Decomeron" adı hikâyeleri, bu türün ilk örnekleri olarak
kabul edilir. Hikâye, Avrupa edebiyatlarında en kalıcı örneklerini
19. yüzyılda yermiştir.
Türk edebiyatında "Dede Korkut Hikâyeleri", destandan
hikâyeye geçişin ilk ürünü kabul edilir. Edebiyatımızda
çağdaş hikâye 1870'lerde görülmeye başlar. İlk
hikâye örneğimiz de Emin Nihat'ın 1873'te yayımlanan
"Müsameretname"sidir. Yine Ahmet Mithat'ın yazdığı
"Leatif-i Rivayet"de ilk hikâye örneklerinden birisi olarak
kabul edilmektedir. Bu hikâyelerde topluluk önünde anlatılan
meddah hikâyesinin etkisi ve tekniği görülür. Bu türün
ilk sağlam ve güzel örneklerini Samipaşazade Sezai'nin
"Küçük Şeyler" adlı eserinde buluruz.
Servet-i Fünûn Dönemi'nin önemli çalışmalarından biri
hikâye türündedir. Bu dönemde verilen örnekler çağdaş
küçük hikâye türünün ülkemizdeki ilk örneklerindendir.
Milli Edebiyat Dönemi'nde Ömer Seyfettin gibi güçlü ve
büyük bir yazar, hikâye türünün gelişip yaygınlaşmasını
sağlamıştır. Cumhuriyet Dönemi'nde ise Sait Faik gibi büyük
hikâye yazarı yetişmiştir.

BILGI:
Dünya edebiyatında kullanılan hikâye türleri:
a) Olay Hikâyesi: Klasik öykü de denen bu türde, ağır basan
öge olaydır. Olayın akışıyla olayın zaman ögesi arasında
düzenli bir bağlantı vardır. Öykü, serim - düğüm - çözüm
bağlamı içinde oluşur. Bir olayı anlatarak okuyucunun ilgisini
canlı tutma, gerilim içinde yaşatarak sorunu çözme ve
aydınlatmaya yönelik bir özelliği vardır. Bu hikâye türünde
genel olarak olağanüstü bir olay ve olağanüstü kişiler
yer alır; öyle ki olay, olağanüstü bir kişiliği vurgulamak için
araç görevini görür. Ancak olayı kullanış amacı yazardan
yazara değişir. Kimi yazarlar olayı korku ve gerilim yaratma
ögesi olarak kullanır, kimileriyse bir gerçeği aydınlatmak
ya da bir kişiliği yansıtmak amacıyla kullanır.
Bu öykü türünün yaratıcısı Fransız yazarı Mauppassant'tır.
Bizim edebiyatımızda olay öyküsü örnekleri vermiş olan
başlıca yazarlar: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Yakup
Kadri, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Fakir
Baykurt ve Necati Cumalı'dır.
b) Durum (Kesit) Hikâyesi: Bir olaya yaslanmayan, bunun
yerine yaşamdan bir kesit sunan ya da belli bir insanlık
durumunu belli bir ortam içine veren hikâye biçimidir.
Olaysız ve gerilimsiz bir hikâye türüdür. Olayın, gerilimin
yerini belirli bir ortamdan kaynaklanan izlenimler ve çağrışımlar
alır. Herhangi bir durumdan yola çıkılır ya da günlük
yaşamın içine rastgele bir yerinden girilir. Bu hikâye
türünde belli bir serim - düğüm - çözüm aşamaları, bunları
hazırlayan uzun betimlemeler ve ipuçları bulunmaz.
Bu hikâye geleneğinin kurucusu Anton Çehov'dur. Türk
edebiyatında ise Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik
Abasıyanık durum öyküsünün ustaları kabul edilir.

Servet-i Fünûn Dönemi'nde Hikâye

Tanzimat Dönemi'nde Emin Nihat'ın yazdığı "Müsameretnâme"
ile başlayan modern Türk hikâyeciliği, Ahmet Mithat Efendi'nin
"Letaif-i Rivayet", Samipaşazade Sezai'nin "Küçük Şeyler",
Nabizâde Nazım'ın "Karabibik" adlı uzun öyküsüyle sürer.
(Karabibik, ilk köy romanı örneği olarak da kabul edilir.)
Tanzimat Dönemi hikâyeciliğinde hem romantizm hem de
realizm akımlarının etkisi vardır. Bunların hikâyeleri geleneksel
halk hikâyelerimizden ve Doğu masallarından bazı izler taşır.
Hikâye tekniğine uygun, modern anlamdaki hikâyenin en
güzel örneğini Samipaşazâde Sezai, "Küçük Şeyler"le verir.
Servet-i Fünûn edebiyatında hikâye alanında Halit Ziya Uşaklıgil,
Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu
ve Saffeti Ziya gibi sanatçılar örnekler vermişler. Bunların
hikâyeleri gerek kurgu, gerekse olay örgüsü yönünden
daha başarılı olmuştur. Hikâye alanındaki tek kusurları dili
ağır kullanmalarıdır.
Daha çok olay öyküsü (Mauppassant tarzı öykücülük) biçiminde
yazılan bu örneklerde serim - düğüm - çözüm bölümlerinden
oluşan klasik olay örgüsü kullanılır.
Servet-i Fünûn Dönemi hikâyelerinde aşk, ölüm, intihar, kıskançlık,
yalnızlık, karşılıksız aşk, ihanet, toplumdan kaçış,
hayal-gerçek çatışması gibi konular, karamsar bir çerçevede
ele alınır. Dönemin şiirine hakim olan umutsuz, karamsar
ve melankolik hava, hikâyelerde de görülür. Ancak Hüseyin
Cahit'in "Hayat-ı Hakikiye Sahneleri" ile Halit Ziya'nın bazı realist
hikâyelerini bunun dışında tutmak gerekir. Bunlar sosyal
konulu hikâyelerdir.
Servet-i Fünûn hikâyelerinde genellikle modern ve Batılı bir
yaşam biçimi anlatılır. Hikâyelerde İstanbul ve İzmir gibi büyük
kentler mekân olarak seçilir. Hikâyelerin büyük bölümünde
mekân kapalıdır, bu nedenle de psikolojik tahlillere ve tasvirlere
geniş yer verilir. Kapalı, dar bir sosyal çevrede bunalan
kişinin dünyası ve psikolojisi ayrıntılarıyla anlatılır. Dil, kentli
ve okumuş kesimin dilidir, anlatımda sanatkârane bir tarz dikkati
çeker.

BILGI:
Dönemin sanatçılarından Halit Ziya
"Hikâye" adlı bir çalışma yaparak
modern öykü ve romanın kurallarını
ortaya koymuştur. Bu çalışma edebiyatımızda
öykü ve roman kuramı
üzerine hazırlanmış ilk derli toplu
kitaptır.

Tanzimat ve Servet-i Fünûn Edebiyatı Hikâye - Roman Karşılaştırması

Tanzimat Roman ve Hikâyesi Servet-i Fünûn Roman ve Hikâyesi
"Sanat toplum içindir" anlayışıyla hareket etmişler, roman ve
hikâyede genel olarak toplumsal yararı gözetmişler, yanlış
Batılılaşma, batıl inançlar, kölelik, cariyelik, evlilik gibi sosyal
temaları ele almışlardır.
"Sanat, sanat içindir" anlayışına bağlı oldukları için roman ve
hikâyede toplumsal konuları ele almamışlar, yalnızlık, kaçış,
bunalım, aşk gibi bireysel temalara yönelmişlerdir.
Tanzimatçılar dilin sadeleştirilmesi gerektiğini düşündükleri
için süslü ve sanatlı bir anlatımdan kaçınmışlar, kısa ve anlaşılır
cümlelerle konuşma diline yaklaşmaya çalışmışlardır.
Servet-i Fünûncular roman ve hikâyede oldukça ağır ve sanatlı
bir dil kullanmış, bu durum da roman ve hikâyelerinin
en büyük kusuru olmuştur. Dil Arapça-Farsça sözcükler ve dil
kurallarıyla yüklüdür. Ancak dönemin yazarlarının bir kısmı bu
yanlışı görüp zaman içinde bu dil anlayışını bırakmıştır.
Tanzimat Dönemi yazarları Batı'nın roman ve hikâye türüyle
karşılaşan ilk kuşaktır. Bu nedenle yarattıkları yerli eserler,
birçok eksik ve kusuru barındırır, roman ve hikâye tekniği yönünden
zayıftır. Ayrıca Doğu hikâye tekniğinden de tam anlamıyla
kopamamışlardır.
Servet-i Fünûncular Batılı roman ve hikâyeyi köklü bir biçimde
tanımış ve sindirmişlerdir. Batı edebiyatı yolunda en olgun roman
ve hikâyeler bu dönemde yazılmıştır. Roman ve hikâye
teknik yönden kusursuz hâle getirilmiştir.
Roman ve hikâyede mekan, genel olarak İstanbul'dur. Kişilerse
aydın çevrelerden seçilmiştir.
Servet-i Fünûn Dönemi'nde seyahat yasağının olması nedeniyle
hikâye ve romanlarda mekan İstanbul olmuştur. Kişiler
yine aydın ve zengin zümrelerden seçilmiştir.
Tanzimat Dönemi yazarları roman ve hikâyede genel olarak
romantizm akımından etkilenmiştir. Namık Kemal, Ahmet
Mithat Efendi, Şemsettin Sami gibi yazarların hikâye
ve romanlarında romantik akım bütün özellikleriyle kendini
hissettirmiştir. Ancak Recaizade Mahmut Ekrem ve Nabizade
Nazım gibi sanatçılar realist bir anlayışla eser vermiştir.
Servet-i Fünûn hikâye ve romanları genel olarak realist bir
anlayışla kaleme alınmıştır. Anlatılan olay, yaratılan tip ve karakterlerin
günlük yaşamda rastlanabilir olmasına dikkat edilmiş,
yazar mümkün olduğunca olaylar ve kişiler karşısında
yansız bir tutum sergilemiştir. Olay akışına müdahale edilmemiş;
yazar, karakterlerini iyi ve kötü yanlarıyla bir bütün olarak
tanıtmıştır. Ancak özellikle tip ve karakterlerin seçiminde romantik
bir yaklaşımda bulunduklarını da söyleyebiliriz

No comments: